Efendi Hazretlerimizin Sohbetlerinden: Hamd ve Şükür Kulluk Görevimizdir

Verdiği Nimetlere Karşı Cenâb-ı Hakk’a Hamd Gerekir
Elhamdülillah diyen bir insan, Cenâb-ı Hakk’ın büyüklüğüne delâlet eden bütün isim ve sıfatları sayarak O’nu yüceltmiş olur.

Üzerimizden nimetlerini ek“sik etmeyen, bizleri İslam diniyle şereflendiren ve Muhammed Aleyhisselâm’ın ümmetinden kılan Allah’a (Celle Celâlühü) hamd olsun! Bilinmesi yerinde olur ki, Hak Subhânehu (noksanlıktan münezzeh olan Hak Teâlâ), mutlak sûrette nimet verendir. Eğer bir vücud varsa, onun yüce mukaddes Zât’ından hibe edilmiştir. Eğer bir beka varsa, O’nun yüce Sultan Hazreti’nden bir ihsandır. Bütün kâmil sıfatlar O’nun rahmetiyledir. Hayat sahibi olmak, bilmek, işitmek, güç yetirmek ve konuşmak gibi sahip olduğumuz sıfatlarımızın hepsi O’nun bahşişidir. Hayatımızda karşılaştığımız sayılamayacak kadar nimetlerin hepsi O’nun ihsanıdır. O üzerimizden zorlukları kaldırır, dualarımızı kabul eder ve sıkıntılarımızı giderir. Rezzâktır, işlediği günahlardan sebep kullarından rızkını esirgemez. Settârdır, işledikleri günahları ifşa ederek kullarının onurunu çiğnemez. Halimdir, onları muaheze edip ceza vermekte acele etmez. Kerimdir; dostlarından ve düşmanlarından keremini menetmez. Bütün bu nimetlerinin en üstünü, en büyüğü, en değerlisi, en keremlisi bizleri İslam’a çağırması, Peygamberimize tabi olmamızı istemesi ve böylece bizlere cennet yolunu göstermesidir. Zira ebedi hayat ve sonsuz mutluluk buna bağlıdır. Yüce Mevlâ’nın rızası da buna bağlıdır.”

Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki: “Allah’ın hamdi ile başlanmayan her hatırlı ve kıymetli işin sonu kesiktir (bereketsizdir).”[1]

Muhtaç Olduğumuz Zât’a Karşı Şükür
Bugünkü mekteplerde okunan kitaplarda ne besmele ne hamdele ne salvele, ne nimete şükür, ne yüce Allah’a (Celle Celâlühü) sena vardır. Yirminci asra gelmekle ne olduk? Evvelki insanlardan daha mı kuvvetliyiz, daha mı kudretliyiz? Allah’ın (Celle Celâlühü) yardımına ihitiyacımız mı kalmadı? Kimin ekmeğini yiyoruz, kimin suyunu içiyoruz? O ekmek, o su nasıl meydana geldi? Ekmeği düşünelim; O ekmeği fırıncı yaratmadı. O ekmeğin yapıldığı buğdayları biz yaratmadık. Unları değirmenci yaratmadı, tohumları taneleri ziraatçı yaratmadı. Gökyüzünü bulutlarla kaplatan, o bulutlardan billur gibi yağmurları yağdıran, toprağı nemlendiren, buğday tanelerini en güzel bir şekilde tanzim edip, başak haline getiren Allah-u Teâlâ’dır. Onun yarattığı buğdaya, suya, muhtacız. Billur gibi yağan yağmurlara, biten nebatata muhtacız. O otlarla büyüyen hayvanlara muhtacız.

Eskiler Besmelesiz Hiçbir Kitaba Başlamazlardı
Bizim evvelki kullardan daha fazla bir kudretimiz yok. Onlar manen bizden daha kuvvetli idiler. Onlar hamdelesiz, salvelesiz, besmelesiz hiçbir kitaba başlamazlardı. Bundan bir zarar gördüler mi? Dünya sevgisi insanın içini dışını kapladığı için bu büyük yanlışı anlamıyor. Biz hocalar bile anlamıyoruz. Besmelenin, hamdelenin ne suçu var da kitaplara yazmıyorlar? Böyle yapmakla milleti Allah’tan (Celle Celâlühü) ayırıyorlar. Çok dikkat edelim, Allah’tan (Celle Celâlühü) ayrılmayalım. Kusurumuzdan dolayı Allah’tan (Celle Celâlühü) yardım ve af isteyelim.

“Hoca Efendi bizim çocuklar namaz kılmıyor, oruç tutmuyor” diyorlar. Nasıl kılsınlar, doğru ana-baba görmediler ki. Bu durumda namaz kılmayı kimden öğrenecekler? Cehalet içinde karanlıklarda kaldılar. Kabahati ana-baba çocuklarda, çocuklarda ana-babada buluyor. Bu işler böyle kaynayıp gidiyor.

Hakîki İstikbâl Mezardan Sonrasıdır
Allah’ın rızası üzere çok medreseler açılmalı ve bu milletin imdadına koşulmalı. İstikbal kazanacaklarmış! Hakiki istikbal ne biliyor musunuz? O mezardan sonra başlar. Dünyanın istikbali için en azından çobanlık edilir, merdiven silinir, dilencilik yapılır yine de bir çare bulunur. Orada böyle şeyler olmaz. Asıl o istikbale çare düşünmek lazım.[2]

[1] İbn-i Mâce, Nikâh, 19; Ebû Dâvûd, Edeb, 18.
[2] Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, s.57-58.